Önce yeni konumuza kısa bir merhaba…

Dünyamız hızla dönmeye devam ediyor ve giderek artan bir ivmeyle yeni oluşumlara doğru evriliyor. İnsanlar kendi kontrollerinde olmaksızın geldikleri dünyadaki kısacık yaşamlarında, bazen isteyerek, bazen de mecbur kalarak birşeyler öğrenip büyüyor, ömürleriyle olabildiğince orantılı bir takım hedefler koyuyor, üretiyor, çoğalıyor, tüketiyor, geziyor, eğleniyor, kısacası dönmekte olan kocaman bir çarkın minicik parçaları olarak ömürlerini tamamlayıp yeryüzüne veda ediyorlar.

Bazıları diğerlerine göre daha başarılı, hatta lider kişilikli ve derin izler bırakıyor. Kimileri ise doğuyor ve hiç yaşamamış gibi, sessizce ölüp yok oluyor. Arkalarında eser bırakanları saygıyla anıyor, hatta bazen aldığımız ilhamla daha iyi eserler sunmaya çalışıyoruz. Dokunabildiğimiz pek çok eseri olabildiğince korumayı önceliyoruz ki sonraki nesiller faydalanabilsin. Örneğin yazıtlar, arkeolojik buluntular, yazılı ve kaydedilmiş tüm eserler gibi. Söylenenler doğruysa dünyada üretilen tüm sesler bizimle birlikte yok olmuyor, sonsuza dek uzayın derinliklerinde yankılanmaya devam ediyor. Tabii bunların çoğu, tekrar duymak istemeyeceğimiz türden sesler. Ama bazıları var ki, defalarca dinlesek de yine duymak istiyoruz.

Bu seslerin içinde bazı anlamlı olanları var – ki insanoğlu bunlara “müzik” demiş – , kısacık bir notalar dizisinden, saatler süren senfonik eserlere kadar geniş bir yelpazede, bazen radyomuzdan, bazen televizyondan, bazen de daha büyük organizasyonlar sayesinde konser salonlarında, hatta açık hava konserlerinde bize ve binlerce insana ulaşıp, hepimizin müzik açlığını gideriyor, ruhlarımızı doyuruyor.

Müzik deyince her zaman önce onu üreten akılları düşünürüm. Muhtemeldir ki müzik, en yalın haliyle, Afrika’ da yaşamış bir kabilenin üyeleri tarafından ve iletişim temelli olarak başlatılmış, sonra elleri birbirine ve vücudun çeşitli yerlerine vurmakla ya da dal parçalarını ağaç gövdelerine ritmik olarak vurarak değişik sesler çıkartmakla devam etmiş ve kendi seslerini buna ekleyerek anlamlı mesajlar içeren sesler dizisi üretmeye doğru evrilmiştir.

Bu başlangıçtan binlerce yıl sonrasına atlayıp, klasik müziğin babası sayılan Bach ya da bir diğer müzik dehası Beethoven‘ı ele alalım. Oyunun kuralları epeyce değişmiş, bazı enstrümanlar üretilmiş, sesleri kalıcı olarak kaydetmek için evrensel nitelikli “notalar” ortaya çıkmış ve yaşam koşulları da bu arada çok gelişmiş. Bu iki dahinin beyinlerinin, atalarınınkinden veya kendi dönemlerinde yaşayan herhangi bir dünya insanının beyninden farklı bir görüntüsü var mıdır acaba diye merak etmişimdir hep…Öyle ya, üç beş dakika süren bir şarkıyı icra etmek için bile ortalama üzeri bir eğitime ve disipline ihtiyaç varken, uzun bir senfonik baş yapıtı sıfırdan var etmek, binlerce notayı onlarca enstrümanın dilinden farklı derinliklerde nakış gibi işleyerek insanların hayranlıkla dinlemesini sağlayacak kadar anlamlı bir eser haline getirmek için insanda nasıl bir kendini adamışlık, nasıl bir ruh hali ve nasıl bir yaratıcı güç olmalı?…

İşte bu duygu ve düşüncelerle, müziği, onu yaratan insanı ve şarkılara konu olmuş ya da onlara yakıştırılmış şehirleri ele alıp, var olan dağınık bilgileri başka bir buket içinde derlemek ve paylaşmak üzere bu yeni blogu başlatmayı düşündüm. Aydınlatıcı ve eğlendirici olması dileklerimle…

Pages: 1 2

2 responses to ““Can’t Help Falling in Love with You”, Los Angeles ve Elvis Presley”

  1. demirozcane Avatar

    Benim Oğlum rep müzik ile uğraşıor rep müziği seviyorum

    Like

    1. Erhan Ergün Avatar

      Yorumunuz için teşekkürler. Müziğin her türü güzeldir aslında. Farkı yaratan insanların algısı ve seçiciliği. Gençlerin müzikle bir şekilde ilgilenmesini değerli buluyorum…

      Like

Leave a comment

Erhan Ergün

Şarkılar, Şehirler ve Yaşam konularına ayırdığım blog köşeme hoş geldiniz. Müzik dinlemekten zevk alıyorsanız, şarkılar hakkında merak ettiğiniz şeyler varsa ve şarkı-şehir-yaşam üçgeninde gezinmek istiyorsanız, buyrun birlikte gezelim…

Bağlantılar

Design a site like this with WordPress.com
Get started